12 Kasım 2010 Cuma

Kürdistan’da Gökkuşağı Bayrağının Kara Bayrakla Buluştuğu Serencam


2009 Newroz’unda bir grup anarşistle Diyarbakır’da yaşayan kimi lgbtt yönelimli arkadaşların Diyarbakır’daki Newroz alanında buluşup Newroz’u birlikte kutlaması Kürdistan tarihinde bir ilk olmasının yanında, farklı politik arayışların dayanışması ve varlıklarını görünür kılması adına da önemli kapılar araladığı kanısındayım. Yıllarca bu topraklarda sürdürülen ulusal kurtuluş hareketinin tüm çatlak sesleri duyulmaz, tüm farklılıkları görünmez kılan ideolojik hegemonyasının görece zayıflaması farklı cinsel ve politik yönelimlerin kendi öz örgütlenmesini yaratmasını da beraberinde getirdi. Kendi derdini kendi ağzıyla söylemek ve eylemek isteyen insanların birbirlerini bulduğu, izbe kovuklarından çıkmaya başladığı bir dönemde kara ve gökkuşağı bayraklarının iç içe dalgalanması fazlasıyla manidardı. Toplumsal cinsiyet duvarlarının sınır dışı ettiği, lanetlediği cinsel kimliklerle tüm siyasal ve toplumsal otoritelerin ortak düşman bellediği bir radikal siyasetin kamusal yaşamda dayanışarak görünmesi özgürlük tohumunun yeşerebileceği bir parça toprağın hala kalmış olduğunun umut fotoğrafıydı. Ötekiye dokunma korkusunun tüm sosyal ve politik mesafeleri derinleştirdiği ve beslediği bir toplumda birbirlerini hiç tanımayan, uzak diyarlardan gelmiş, farklı gelenekleri olan insanların ortak bir kutlama ağında buluşması bu topraklarda yeni bir şafağın özgürlük ışıklarına uyanmak gibiydi. Korkuların ve tedirginliklerin Newroz ateşinde eridiği, daha önce hiç duyumsamadığımız farklı bir politik coşkunun halayına davetliydik artık. Bir avuç insanın anti-militarist, anarşist, her cinsel yönelime özgürlük isteyen sloganlarıyla biranda ortaya çıktığı, mahşeri andıran bir kalabalığın tam ortasındaydık. Şaşkın gözlerle bakan bir kitlenin içinde zamanla insanların birbirlerini bulmak için kara bayraklarımızı işaret ettiği veya buluşma noktası olarak bildirdiği bir kavşağa dönüşmüştük. Sarı, kırmızı, yeşil bayrakların her yeri donattığı bir kamusal ayinin içinde yolunu şaşırmış politik palyaçolar gibi görünüyorduk. Ulus denilen büyük ailenin gayri-meşru çocuklarıydık bir nevi. Sloganlar, türküler eşliğinde halay çekip, kara bayrağın ateşe verilmesiyle kutlamamız son bulmuştu artık. Kutlama alanından farklı eylem ve etkinliklerde buluşmak temennisiyle birlikte ayrılmıştık. Gittikçe devletin resmi bayramlarındaki törenleri andıran Newroz kutlamalarının yavan ve soğuk tadına politik lezzet katmıştık. Tüm sınıfsal, cinsel, kişisel farklılıkların üstünü örten Ulus denilen “hayali cemaat”in saflarında görünmez kitleden olmayı red etmiştik. Newroz alanında ulusal coşkunun narkozuyla uyuşmuş, tüm dertlerini unutarak ele ele tutuşmuş insanlara ertesi gün birbirlerine selam bile vermeden kendi sınıfsal ve cinsel rollerinin zerre kadar değişmediği bir hayata uyanacaklarını anlatmak isterdik doğrusu. Ama sanırım o iklimde bunu dinlemek isteyecek kimseyi bulamazdık.

Zaman içinde Kürdistan’daki lgbtt ve anarşist örgütlenme içinde yer alan arkadaşların yaşamına kendi dertlerini anlatan, söylemlerini kuran iki farklı dergi eşlik etti. Hevjin ve QİJİKA REŞ Dergileri. Van ve Diyarbakır kentlerinde hayat bulan bu özgürlük adalarının belli insanlara direnme referansı ve dayanışma platformu olma özellikleri daha uzun süre devam edecektir. Her türlü ayrımcılığın ve eşitsizliğin altını oyacak bir özgürlük politikasını bu topraklarda inşa etmek birazda kimlik siyasetinin dışına taşmakla mümkün görünmektedir. Kimlik mücadelesi bir taraftan belli bir baskı ve eşitsizlik durumunu görünür kılmanın aracıyken diğer taraftan zamanla paranteze alınmış bir hayatın içine sıkışarak, hak hiyerarşisindeki yerini sürekli öne almaya çalışmak veya mağduriyetten iktidar devşirmek siyasetine de dönüşebiliyor. Devlet merkezli hak mücadelelerinde, bir mağduriyeti ortadan kaldırmak veya eşitsizliği dönüştürmek belli kimlik ve sınıflar hiyerarşisine dayanarak var olan devlet iktidarını hiyerarşi üretmeyecek şekilde sarsmayı ve ortadan kaldırmayı ne yazık ki sağlamıyor. Devletin kendini yeniden üretebilmesi belli sınıfsal, cinsel ve kimlik hiyerarşilerinin üretilmesine bağlıdır. Herhangi bir kimliğin iktidar hiyerarşisindeki durumunun görece iyileşmesi, diğer kimliklerin üzerindeki baskı ve eşitsizliği ortadan kaldırmadığı gibi, kimlik mücadelesinin doğuracağı özgürleşme potansiyeli, devleti dönüştüren veya pekiştiren bir iktidar enerjisinin kaynağına da dönüşebiliyor. İktidarlar toplumsal olanı, “demokratik mutabakat” potası içinde sürekli eritebilme kudretine sahiptirler. Yüzyılın son çeyreğinde birazda otoriter siyasal projelerin irtifa kaybına bağlı olarak kimlik patlamaları yaşandı. Kamusal alanı işgal eden siyasetlerin asli söylemini “farklılıklar” oluşturmaya başladı. Fakat farklılıklarda garip bir “aynilik” halinin yaratılmasına da yarıyor. Farklı kimlik kompartımanlarına bölünmüş, sadece kendi yarasına ağlayan, diğer madunlarla ortak bir siyasal mücadele ufku körelmiş, çok kültürlü siyaset vitrinlerinde bir politik çeşni olma aynılığına teslim olma konforu. Kimlik siyasetinin temel handikaplarından biride aynı kimliğe mensup insanlar topluluğunu eşit siyasal öznelerden oluşan, aynı politik reaksiyonları göstermesi beklenen yol arkadaşları olarak varsayılması ve kurgulanmasıdır. Her kimlik şemsiyesi altında fiilen geçerli olan eşitsizlik ve sömürü ilişkileri ne olursa olsun, aynı kimlik mensupları arasındaki ilişki daima derin ve yatay bir yoldaşlık olarak tasarlanır. İnsanların sınıfsal, cinsel ve kişisel deneyim ve beklentilerini yok sayan bu yekpare bakışın, siyasal hayal kırıklıklarını derinleştirmesi kaçınılmazdır. Politikanın dolayımından geçmemiş, belli farkındalıklar kazanmamış bir bireyin sadece mensup olduğu sınıfsal pozisyondan veya cinsel kimliğinden hareketle politik bir özneye dönüşmesi her zaman mümkün olmamaktadır. Oysa politika, ortak bir derdi olan insanların, ortak itirazlarıyla birleştiğinde bir toplumsal dönüşüm itkisi haline gelebilir. Özgürlüğün ayağını bastığı zeminin izlerini buradan takip ettiğimiz anda kurguladığımız dünya “şimdi” bile mümkün.