“İnsanlar ışığın çevresinde
toplaşırlar daha iyi görmek için değil daha iyi parıldamak için”
[Nietzsche]
Sosyal medyanın ağlarına yapışmış sinekler gibiyiz. Ne
bir yere hareket edebiliyoruz, ne de ufukta bir kurtuluş ışığı görünmektedir. Bu
hareketsizlik içindeki hareketlilik, yaşamımızı belirlemeye ve biçimlendirmeye
devam etmektedir. En değerli vakitlerimizi tükettiğimiz bu “sürtünmesiz
zeminde” gittikçe “yaşamsız bir yaşamın” failleri haline geldik. Zamanın
sistemleştiği, işin profesyonelleştiği, mekânların gettolaştığı, duyguların
özelleştiği bu kalabalıklar çağında sosyal medya, vaadi ve mümkünleri barındıran
tek yaşam kıyısı haline gelmeye başladı. Modern kentlerin insanı görünmez kılan
labirenti içinde “görünür olma” arzusunu tatmin edebildiğimiz tek yaşam sahnesi
belki de. Politik duruşumuzu yansıtan paylaşımlar vicdanımızı temizleyen bir
sanal sıvı, hayatı paylaştığımız fotoğraf kareleri zahmetsiz ve renkli bir “ego
sürfü” sağlamaktadır. Her türlü duygunun ve fikrin aktığı bu sanalizasyon
çukurunda yine de “arzu nesnesi” yitik, tatminsiz ve mutsuz özneler olmaktan
kurtulamıyoruz. Bu masalsı yok-ülkenin temel özelliği kapanmayan haz
uçurumudur, tatmin duygusunun sürekli ertelenmesidir. Sanal gezginin bu
“çokluk” dünyasında yaşadığı aslında bir “yokluk” halidir. Beğeni sahnesine
sunulan her paylaşımın günü birlik tüketiminin yarattığı umutsuz sızı, doğacak
günü şehvetle ve merakla bekleme istencini yok etmemektedir. Bu ağın içinde Paul
Vırılıo’nun deyişiyle “hiçbir şey gerçekleşmemekte, her şey geçmektedir”. Ayrıca
fikirlerini ve duygularını dünyaya salıp gözden kaybolmanın getirdiği rehavet, gerçek
ilişkilerin getirdiği yükten kurtulmanın sağladığı “ilişki içindeki
ilişkisizlik” hali, bu yüzer-gezer
dünyaya açılan kapıları daha da cazip kılmaktadır. “Gözlemleyen özne” olmanın
ayartıcı arzusu, “gözetleyen iktidar”ın yönetim tekniklerini belki de hiçbir
dönemde bu kadar kolaylaştırmamıştı. İstihbarat ve maliye birimleri açısından
sosyal medya, el altında tutulan, ulaşılması kolay bir kriminal kayıt
defteridir. Belli paylaşımlar veya kişisel bilgiler bir “delil” hükmüne sahiptir,
bu sayede iktidarın “delil” toplama yolu ve süresi haliyle kısalmıştır.
Reel hayatta beş tane özel arkadaşı olmayan insanların
binlerle ifade edilen arkadaş sayısına ulaştığı, yaşanan veya yaşanmayan her “ana”
herkesin ortak edildiği, aforizmaların, dizelerin, alıntıların ve duyuruların
havada uçuştuğu uçsuz bucaksız bir dijital evrenin sakinleriyiz. Sözün hükmünü
yitirdiği, belleğin kayıt limitlerinin tükendiği ve bilincin uyarı bombardımanı
altında serseme döndüğü bir enformasyon çölünün tam ortasına düşmüş durumdayız.
Bu ışıltılı evrende herkes, bir anda ideal olanı temsil eden eksiksiz öznelere
dönüştü. Herkesin heybesinde herkese yetecek kadar “paylaşım ürünü” mevcuttur. Herkes
bir şekilde bir politik veya sosyal grubun üyesi, fikrini beyan ettiği bir
sayfanın kurucusu ve beğeni butonundan payına düşeni alan bir konuma sahiptir.
Bu ütopya adasında herkese düşen paylar ve roller eşit olmasa da “paysızlar”
denilen bir sınıfa şimdilik rastlanmamaktadır. Reel hayatta sınıfsal, kültürel ve
politik konumların belirlediği sınırlar, elbette burada da varlığını
korumaktadır. Ancak belli sınırları esnetmek, kimi duvarlara tırnağını geçirmek,
kısa süreliğine de olsa farklı dünyalara ait seslerin birbirine yaslanması,
çarpması imkân dâhilindedir. Hiçbir zaman yan yana veya karşı karşıya oturmak
şansına sahip olamayacağınız bir yazarın, starın, liderin sizi takip etmesi,
arkadaşlık teklifinizi kabul etmesi mümkün olduğu gibi, bilenmiş öfkenizi o
kişilerin üzerine kusmanıza, kısa cümlelerle de olsa “laf sokarak”
rahatlamanıza da fırsat tanımaktadır. Verili dünyada, öfke sınırlarını
zorladığımızda nasıl bir yerlerden kapı dışarı ediliyorsak, bu dijital dünyada
da sınırları zorlamak durumunda dışlanma, silinme, bloke edilme, teşhir edilme
durumlarına maruz kalmak örnekleri pek yaygındır. Hatta belli kişisel
bilgilerin tespit edilmesi halinde yarım kalan hesaplaşma mahkeme salonlarına
kadar taşınabilmektedir.
Arkadaş listenizdeki kişilerin sınıfsal profillerinin,
kültürel sermayelerinin, dünya görüşlerinin, cinsel yönelimlerinin ve
meşguliyet alanlarının sunduğu zenginlik sayesinde her durumdan haberdar
olmanız, her paylaşım türüne rastlamanız mümkün olabilmektedir. Yeni çıkan bir
kitabın tanıtımına, önemli bir entelektüelin panelinin tarihine, hiç duymadığınız
arabesk bir parçaya, illegal bir örgütün politik çağrılarına, bir kozmetik
ürününün reklamına, bir eylemin yapılacağı yere, bitmiş bir aşkın hüzünlü
gözyaşlarına, yeni bir aşka yelken açmak veya tek dozluk ilişki tekliflerine aynı
anda ve sadece bir sayfada ulaşmayı sosyal medya dışında vadedebilecek bir
enformasyon kanalı henüz yoktur. Her âlemde olduğu gibi sosyal medya âleminin
de elbette “yıldızları” vardır. Arkadaş kabul etme kontenjanı dolmuş,
yazdıkları ve paylaştıkları her şeyin beğenildiği, retwetlendiği, çoğaltıldığı
ve onlar olmasa belki de ömrümüzün geriye kalanını “öksüz” olarak sürdüreceğimiz
tanrının lütfu şahsiyetlerdir. Bu şahsiyetlerin, renkli yaşamlarından
sundukları fotoğraf karelerini beğenmek sefil ruhlarımızı yatıştırmakta, güncel
bir mevzuya ilişkin kanaatlerini öğrenmek bilincimizi kemiren soruları
buharlaştırmaktadır. Sosyal medyadaki reytingi sayesinde iş ve kariyer
merdivenlerinde basamak atlayanlar olduğu gibi, yanlış anlaşılmalara mahal
veren tweetlerinden ötürü bu basamaklardan hızla düşenlere de rastlanmaktadır. Hatta
yazılı veya görsel medyadaki yerini sosyal medyadaki reytingi sayesinde
koruyan, sağlamlaştıran yazarlar bile mevcuttur. Bütün bunlara rağmen, sadece
yazdıklarıyla, belagat yeteneğiyle, güncel olanın ruhunu yakalayan özlü tespitleriyle
sivrilip, kayda değer bir hayranlık halesi oluşturmuş, dişiyle tırnağıyla bir
yerlere gelmiş “halk yıldızları”nın da olduğunu kabul etmek gerekir.
Sosyal medya ağının taşıdığı olumlu potansiyelleri,
pratik işlevlerini bir kalemde yok saymak elbette mümkün değildir. Günümüzde ana
akım medyanın yarattığı dezenformasyona karşı sosyal medya alternatif bir haber
kaynağı veya tekil bir medya gücü olarak selamlanmaktadır. Bir nevi “güçsüzlerin
güçsüz silahı” olarak ta görülmektedir. Hızlı ve mobilize edici özelliği sayesinde
belli olaylara anında müdahale edebilmek, belli olayların önüne geçebilmek,
belli kuruluşların veya aktörlerin dikkatini çekmek ve belli ilişki ağlarını ve direniş biçimlerini örmek bu sayede mümkün olabilmektedir. Üzerinde durulan önemli bir nokta da
sosyal medyanın kolektif bir bellek oluşturma işlevidir. Depolitizasyonun yoğun
olduğu, toplumu belleksizleştirmeyi sistematik bir politika haline getiren
ülkelerde, belli tarihi olaylardan ve günlerden hareketle paylaşılan bilgiler toplumda
tarihsel bir bilinç oluşturma çabalarını kolaylaştırmaktadır. Çünkü çağımızda
okumaktan ve uzun soluklu araştırmalar yapmaktan gittikçe uzaklaşan, görsel
olanla daha fazla ilişkilenen bir sosyal medya kuşağı doğmaktadır. Bu kuşakta belli
politik farkındalıklar yaratmak belki de sosyal medyanın etkisi ve aracılığıyla
mümkün olacaktır. Sosyal medyanın radikal siyasetlere politik örgütlenme modeli
olarak bir ilham kaynağı olmak özelliği de bu bağlamda sık sık vurgulanmıştır. Günümüzdeki
toplumsal hareketlerin otoriter ve hiyerarşik örgütlenme modellerinden koparak daha
esnek, ağ şeklinde işleyen, merkezsiz ve lidersiz bir karakterde olmasında
sosyal medyanın sunduğu imkânların rolü teslim edilmektedir. “Arı sürüsünün”
saldırılarını andıran bu örgütlenme modelinin toplumsal patlama anlarını
kolaylaştırdığı ve hızlandırdığı vurgulanmaktadır. “Arap baharı” olarak
adlandırılan isyanların kısa sürede yaygınlaşması ve toplumsal patlama eşiğine
ulaşmasının temel sırrının “kitapsız ve peygambersiz” hareketler olarak
başlaması ve sürmesi olarak görülmektedir. Sonuç itibariyle sosyal medya; bir kolektif bellek, bir
ilişki ağı, bir malumat adresi olmak gibi imkânları barındırsa da,
kötürümleşmiş bir varoluşu perçinleyen özelliği hiç mi hiç değişmemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder