18 Temmuz 2007 Çarşamba

Kürtlerin Anarşizmle Dansı Mümkün mü?

Kederli ruhların desteklemek ve propagandasını yapmak için bir despota ihtiyaçları olduğu gibi, despotun da amacına ulaşmak için ruhların kederlenmesine ihtiyacı vardır”
[Gılles Deleuze]

Kürtler evrensel bir hakikate yaslanmadan da meydan okumanın mümkün olduğunu keşfedecek bir tarihsel uğraktan geçiyor. Temsil ettiği veya ettirildiği bütün politik referans noktalarının ve hareketin bileşimlerinin iktidara hızla eklemlendiği bir konjonktürde yeni bir siyasal eksene ihtiyaç duyulduğu her Kürt için artık aşikâr. Tarih kimileri adına bir siyasal yanlışlar toplamıdır ne de olsa. Geçmişin ve örgütlenme biçiminin köklü bir sorgulanışından doğacak alternatif bir radikal politik ufka yelken açmanın toplumsal zemini şimdilik mevcut. İktidara yöneliş her şeye rağmen iktidar dışında kalmayı doğuruyorsa, umutsuzluğun girdabından tekil özgürlükler ırmaklarına küçük kulaçlar atmanın tam zamanıdır. Türkiye tarihinin en politikleşmiş siyasal öznesi olan bir halkın içkin anarşik coşkusuyla bu yorgun topraklarda özgürlüğün ve devrimin kara bayrağına dönüşmesi "aleyhistanda güçlü bir lehçe" yaratabilir. Örgüt ve partilerin katı hiyerarşik atmosferinde hiçleşmiş militan benliklerin ertelenmiş sosyallikleriyle buluşarak, devrim ilişkilerini gündelik hayatlarının hücrelerine yedirerek oluşturacakları bir siyasal kalkışmadan anlamlı sonuçlar beklemek kuvvetle muhtemel. Feodal ilişki ağının hükümranlarından kurtulmadan Marksist önder ve öncü kadroların mutlak otoritesini içselleştirmek zorunda kalmak, özgürleşme mücadelesine kalkışan Kürt bireyinin yaşadığı en büyük talihsizlikti belki de. "Efendiler kültü"nün, çağdaş tiranlıkların hiç eksik olmadığı bir tarihsel mirası devralmak bütün kaçış çizgilerinin daha baştan kaybedildiği bir direnişe gönüllü mağlup olarak razı olmak demekti. Her türlü stratejik ve taktik politikanın önceden belirlendiği, anlam ve yaratıcılık potansiyellerinin dondurulduğu, iktidarın dil ve davranış kodlarının örgüt disiplini adı altında yeniden üretildiği bir politik iklimden çıkmış bezgin ve savruk kimliklerin, özgür öznelere dönüşmesi elbette kolay değil. Ancak yaşanan deneyimlerin neyin istenmediği konusunda kalıcı -yaşanan- bir bellek ve bilinç yaratmış olması potansiyel bir kazanım olarak görülebilir. Kürt siyasal hareketinin içinde debelendiği bütün açmazlara karşın, hareketin yıllarca temsil ettiği sosyalist seküler kültürün daha özgürlükçü temellerde yeniden inşa edilmesi ve dönüştürülmesi tahmin edildiği kadar zor gözükmemekte. Politik söylemin "demokratik cumhuriyet veya demokratik konfederalizm" gibi argümanlarla iyice bulanıklaştırılması, hoşnutsuzlukların veya ikircikli ruh hallerinin gittikçe siyasal bir şizofreniye dönüşmesi kendi mecrasında dipten gelen özgürlükçü ve anti-otoriter akıntılar yaratmaya gebe. Ulusal Sorun ekseninden uzaklaşarak, tekil ve ötelenmiş sorunların analizine dayalı taleplerin dillendirilmesi ve çoğaltılması tarihi öneme sahip sonuçları da beraberinde getirecektir. Devletsiz, sınıfsız, cinsiyetçi ataerkil kültür kalıntılarının eritildiği, ekolojik yaşamla dengeli bir siyasal organizma her muhalif Kürdün yaşattığı bir ütopya olmasına karşın, toplumsal ve bireysel karşıtlıkların örgüt ve parti pratikleri aracılığıyla totalleştirilmesi, farklı inisiyatif ve temsiliyetlerin bastırılması - ötekileştirilmesi yaşanan krizin ana temelini oluşturmakta.

Çözüm ne ortodoks, otoriter ideolojilere sarılmakta ne de burjuva demokratik cumhuriyetin uslu vatandaşı olmayı kabullenmekte saklıdır. Geçmişin toptan reddiyesi kolaycılığına itibar etmeden de "şimdideki gelecek"i örmek mümkün. Ulus-devlet projesinin tarihsel dayanaklarını yitirdiği günümüz küresel denkleminde siyasal ve kültürel reformlar talebiyle verili iktidara eklemlenerek bir alt-ulus kategorisi olmayı onaylatmak Kürt bireyinin çelişkiler yumağına dönüşen sorunlarına çözüm gücü üretmekten uzak bir rotadır. Modern uygarlığın üzerinde temellendiği değerlerin aşılması yönündeki sorgulayışların tavan yaptığı bir çağda, endüstriyel gerilik gerekçeleriyle bir ulusu modern toplumun hâkim modellerine uyarlama (cenderesine sokma) yönlendirmeleri tarihi yenilgiyi derinleştirmekten öteye gidemez. Toplumların gelişim aşamaları ve gelişim çizgilerinin farklı olduğu göreceliliğinden hareketle Kürt coğrafyasının özgül sorunları çerçevesinde her türlü hiyerarşik ve otoriter örgütlenme modelinin reddiyesiyle (önderliklerin programlarına gereksinim duymadan) farklı bir toplumsal ve siyasal organizma inşa etmek, Ortadoğu’nun kanlı tahakkümcü tarihinde neden bir kırılma veya kopuş yaratmasın? Her Kürt öznenin tekil krizleri ekseninde oluşturacağı özerk ve esnek örgütlenmeler ağıyla iktidarın altını oyacak bir radikalizmi beslemesi hayatın tüm veçhelerine yayılan bir dönüşümün –sıradan/gündelik hayatın tüm cephelerinde açılacak bir savaşımın– fitilini ateşlemek olur.

Peki nasıl? Bu soruya karşılık verecek olan kendi kaderini kendisi tayin edecek olan Kürt bireylerine düştüğü ön kabulünden şaşmamak kaydıyla bazı siyasal ve etik önermelerde bulunmayı özgür bireyselliğin bir hakkı ve gereği olarak görmekteyim yalnızca. Bir an şöyle bir hayal kuralım birlikte. Hiçbir Kürt gencinin askere gitmediği, Kürt çiftçilerin ürünlerini devlet ofislerine vermediği, Kürt vatandaşların oylarını hiçbir iktidar partisine vermediği gibi bu tip partilerin başkanlığına ve temsilciliğine soyunmadığı, vergi vermeyip kendi coğrafyasının bütün yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sivil direnişlerle el koyduğu bir coğrafyada hangi iktidar işleyebilir? Güzel bir ideal ama mümkün değil seslerini duyar gibiyim. İdeallerini anlatan bir İspanyol anarşiste dinleyicilerden biri güzel ideallerin var ama gerçekleşmesi mümkün değil sözüne karşılık İspanyol anarşistin verdiği cevap çok manidar: peki şu an mümkün olan şeyler çok mu anlamlı? Mümkün olan şeylerin veya mümkün kılınmaya çalışılan şeylerin hiç de anlamlı olmadığını Kürtlerden daha iyi bilen veya yaşayan bir Ortadoğu halkı olmasa gerek. Tarihi boyunca devlet kurumsallaşmasını kendi ulus kimliğiyle yaşayamamış, bağrından yüzlerce eşkıya ve kendiliğinden gelişen isyan çıkarmış, her dem doğanın kucağında bir yaşamın izini sürmüş savaşçı ve direniş geleneği güçlü yıkıcı bir halk olmayı becermiş "doğal anarşist kürtler"in, öğretiler ışığında bir anarşizme göz kırpması - muhalif bir çığlığa dönüşmesi tarihin bir ironisi olmaz sanırım. Kürt ulusunun farklı çıkar, sınıf ve karşıtlıklar içeren homojen bir kategori olmadığı, ulusal kimliğin kurgusal –idealleştirmelere açık bir söyleme dönüştürülmesinin yaratacağı siyasal arızaları tarihten öğrendiğimiz derslerle unutmadan kitlesel öfkenin isyan süreci içinde yaratacağı sonuçları öngörmek de mümkün değildir. Teolojik düşüncenin bir uzantısı gibi görünen toptan kurtuluş projelerine bel bağlamadan, kadınların, gençliğin, sokak çocuklarının, köylülerin, metropollerde tutunamayan mağdur Kürt bireylerinin kendi cephelerinde özerk örgütsel yapılarla sivil itaatsizlik ve direniş kültürünü kitleselleştirmeleri, yıllara yayılan askeri savaş sürecinden daha kalıcı kazanımlar yaratabilir. Bir zamanların meşhur sloganı "Devrim hemen şimdi!" ortodoks ezberimizi bozan bir yaşamsallık kazanabilirse yeni bir siyaset dilinin şemsiyesi altında anlaşabilmek ve paylaşmak daha kolay olacaktır. Leninist örgütlenme ve önderlik modelinin Kürt siyasal hareketi süresince yarattığı tahakküm kültürünü ve tahribatları görmek için, sayıları her geçen gün artan hainler(!) aritmetiğine bakmak yeterli. Hain bütün yalnızların en yalnız olanıdır, çünkü doğrularının betonlaşan bu siyasal ve ahlaki kuşatılmışlıkta bir yankısı yoktur. Farklı her söylemi ve ayrıksı duruşu marjinalleştiren politik kültürümüzle yüzleşmenin zamanı gelmedi mi hala? İktidarı, Türkiye Cumhuriyeti'nin askeri veya polisiye aygıtları olarak belleyen bir bilincin kendi muhalif dünyasında yarattığı su geçirmez iktidarını görmesi elbette mümkün değildir. Cioran'ın "En büyük zalimler, kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar" sözü sakın biz Kürtler için söylenmiş olmasın. İktidar elbette ki bir ilişki ve davranış düzeneğidir ve gündelik yaşam pratiklerimizde kendini yeniden üreten bir olumsallığa sahiptir. Karşıt güce göre konumlanmak zamanla karşıt gücün dil kodlarıyla belirlenmeyi ve düşmana benzeşmeyi kabullenmektir. Devrim bir karşıt olma kültürü değil dışında kalmak ve alternatif yapılar üretmektir. "Devrim'i satın alamazsınız Devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzda ya hiçbir yerde değildir"(1) Toplumu, belli kuramsal varsayımların her seferinde karşılık bulduğu bir nesne olarak görmek; toplumu özgürleştirmek için yola çıkmış ’hayırsever azınlığın’ toplum üzerindeki sınırsız siyasal tasarrufuna zaman içinde davetiye çıkarmaktır. “Toplum geçerli bir söylem nesnesi değildir. Bütün farklar alanını sabitleyen – ve bundan dolayı oluşturan – tek bir öncelikli ilke yoktur” [Laclau – Moufue]

Son olarak yaşamı siyasallaştırmak yerine siyaseti yaşamsallaştırarak, hayatın tüm veçhelerine nüfuz eden anti-otoriter bir kültürün kök salmasına ivme katarak, dil ve davranış kodları dönüştürülmeli ve bu dönüşümden doğacak bir anarşist etikle yeni bir dünya tasavvur etmek temel kalkış noktamız olmalı. Tüm toplumsal problematiklerin eşdeğer olduğunu ve hiç bir çelişkinin merkezi rolünü kabullenmeden, sorunların hiyerarşik hale getirilerek bazı taleplerin ötelenmesini beslememek de etik duruşumuzun önemli bir parçasını oluşturmalıdır. Her siyasal doktrine yıllarca kadro ve kitle desteği sunmuş bu esmer ulusun anarşist seslere kulak kabartması bu labirentten çıkmanın kapısı rolünü oynayabilir.
Anarşizm, tarihin Kürtlere son özgürlük çağrısı ve imkânıdır.

(1)Ursula K. LeGuin - Mülksüzler

Hiç yorum yok: